Ta 1970 yılından bu yana denizciyim, tekneciyim, deniz aşığıyım; Türkiye aşığıyım, tabiata aşığım ve 1970’den bu yana da küçükten başlayan gittikçe büyüyen arada küçülen sonra yeniden büyüyen teknelerin sahibi oldum. Bugün tekne sahibi olmak mümkün mü? Hayır. Dürüst çalışmış, namuslu vergisini ödeyen ve bütün bu anlayış içerisinde aslında varlıklı diyebileceğimiz statüde olan insanların tekne sahibi olması çok zor. Çünkü hem tekne fiyatları hem teknede çalışan personel fiyatları hem de en acısı tabii mazot yahut benzin fiyatları ulaşılır gibi değil. Diyeceksiniz ki “Ya bu kadar tekne var etrafta dolaşıyor”, o konuda ben yorum yapmamaya karar verdim çünkü senelerden beri teşhislerim vergi kaçıran, vergi ödemeyen; kolay yoldan para kazanan insanlar ancak o apartmana benzeyen teknelerin sahibi olabilirler, bu da beni ilgilendirmiyor. Çünkü bu bir hükümet meselesidir; eminimki hükümetimiz bu konuya bakıyor ve dikkatle takip ediyor.
Kıyılarımızı 1970’den bu yana dolaştığım için hatta ve hatta 1967’de Murat isimli 9.5 metre boyundaki trandil teknem ile, biliyorsunuz trandil Bodrum yapımı ve şimdiki gulet denilen popo tarafları yuvarlak ve büyük teknelerden değil tam aksine başı gibi popo kısmı da sivri teknelerden oluşuyor çünkü trandil Akdeniz için dizayn edilmiş ta Cenevizliler zamanından gelen bir tekne anlayışı. Trandilin altında ağırlık olarak salması yok. Ne oluyor? Trandil, yük taşımak için yapılmış bir tekne. Dolayısıyla taşıdığı yükler ambarına oturduğu zaman salma görevi görüyor ve teknenin sallanmasına veya da devrilmesine mani oluyor. Yükünü boşalttıktan sonra gideceği limana boş gitmesi söz konusu olduğunda da ambarına taş dolduruyorlar. Ağırlık yapsın yani salma görevini görsün diye. Öyle bir teknem var içinde: Bir tane kamarası var karşılıklı ikişer tane yatak var; altlı ve üstlü. Tek tuvaletimiz var ve bir küçük motorümüz var. Güçlü bir tekne! Onunla ilk 1967 yılında Göcek’e gittim. Göcek anlatılır gibi değil, Göcek’te hiçbir şey yok. Sadece muhteşem bir tabiat olağanüstü bir deniz ve balık bolluğu var. Hatta bugünlere gelen Göcek’te o kadar ilginç bir gelişim ki, limana akşam yatarken ağ atarsanız sabahleyin kilolarca balık çıkıyor. Pırıl pırıl deniz, bugün bir rezillik içinde olan liman; SHP denen partinin fii tarihinde belediye başkan adayı olan şahıs Göcek’te başkan seçiliyor. Nasıl seçildiğini hala anlamamışımdır. Seçilen bu başkanın ilk yaptığı için Göcek’in ana limanının çevresindeki denizlerin gelip böyle tatlı tatlı çakıl taşları üzerinde kendini temizlediği anlayış içerisindeki tabiatı bozarak oraya betondan bir sahil yapıyor. O beton sahilin sebebini sorduğumuz zaman da, “Benim vatandaşım burada kabak çekirdeği yiyecek” diyerek milleti kovuyor, bizleri kovuyor. Böylece Göcek Limanı kendini temizleyemediği için bugün Göcek Limanı’nın altı balçık içinde. Peki temizlemek mümkün mü? Benim kanaatime göre nasıl Haliç İstanbul’da ne kadar temizlenirse temizlensin temizlenememekte ise Göcek Koylarımızı da temizlememizin mümkün olacağı kanaatinde değilim. Önemli olan limana açılan diğer koylarına sahip çıkılması. Yapılaşmaya müsaade etmemek lazım! Bu konuda da ben zannediyorum ki uğraşlarımız neticesinde 90’ların sonuna kadar bu işi becerdik. Yani yapılaşmama çarelerini uyguladık. Hizmet verdiğimiz büyük siyasi liderleri de ikna ederek, onların da desteği ile özellikle güney sahillerimizin yapılaşmaması için elimizden gelen uğraşı verdik. Zaman zaman bu elden kaçtı, yapılaşma başladı. Zaman zaman yapılaşma yasaklandı. Fakat bugün yapılaşmaya manii olunmadığını görmekteyiz. Yapılacak bir şey yok…
Sahilleri anlatırken geldik 1980’lere… Turgut Özal’ın iktidara gelişi, benim Turgut Özal’on başdanışmanı olarak göreve başlayışım; iletişim yahut da tanıtım başdanışmanı olarak göreve başlayışım. Aynı zamanda denizci olmam sebebiyle de özellikle de denizlerim konusunda Sayın Özal’ın biz denizcileri destekler nitelikteki anlayışta olması büyük bir şanstı o zamanlar. Şöyle ilginç anılarım var; Gökova Koyu’nda kendisine 2 odalı salonu olan fakat geniş bir arazi içerisinde deniz kenarında bir Cumhurbaşkanlığı Konutu yaptırdı. Onun amacı kapalı yerde yaşamak değildi. Onun için önemli olan evin büyük olması değildi, deniz kenarı olması önemliydi. Çünkü Özal, günde 4 saat hatta kafaya takarsa 5 saat denizden çıkmazdı. Onunla birlikte denize girip mecburi yüzenlerde tabii zorluk çekerlerdi. Bunlarında hikayelerini zaman zaman anlatırım. Çok komik hikayelerde var tabii. Kendisi denize girmiş, dönüp arkasından bakıyor rıhtımda o zamanki bürokratlardan olanlar var. Onlar da atlayın denize diyor, atlayın denize deyince hepsi birden atlıyorlar. Fakat içlerinde yüzme bilmeyenler var, onları korumalar kurtarıyor ve onlar inatla yüzmeyi öğrenmeyerek hayatlarını sürdürüyorlar. Özellikle deniz kenarı olmayan yerlere tayinlerini istiyorlar. Böyle ilginç ve güzel anılarımız da var tabii.
Gökova bildiğiniz üzere Muğla vilayetimize bağlı Bodrum’a çok yakın hatta Bodrum ile neredeyse iç içe diyebileceğimiz bir muhteşem koy. Orada çok yelken yapardık. Yabancılar oralara aşıktı. Çok yabancı tekne gelirdi hatta bahsettiğim 80’li 90’lı senelerde Akdeniz’de dolaşan özel tekne sayısı 500 binin üzerindeydi. Bu rakamı vermekte fayda buluyorum. Herhalde bu bugün çok ciddi rakamlara çıkmıştır. Bizim bütün derdimiz, o zamanki Türk Denizcilik Cemiyeti’nin komandörü olmam sebebiyle de bütün derdim , derdimiz; Bu harika koylarımıza daha fazla tekne sahiplerini çekmek, gerçekten tekneyle gelen turistin yatağını ve tuvaletini de beraberinde getirmesinden; teknenin içinde yer almasında mütevellit büyük de bir avantajımız oluyordu. Çünkü otel ihtiyaçları olmadığı için mevcut otellerimizi de işgal etmiyorlardı. O otellere de dışarıdan tekneyle değil de diğer ulaşım araçlarıyla gelen turistlerimiz gidiyordu. O tarihlerde böyle bir anlayış vardı. Biz çok uğraştık hele ben yırtınırcasına uğraş verdim. Marmaris’e Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı ile bir mekan inşa ettik. Yabancı devlet konuklarını misafir etmek sebebiyle bir konut inşaa ettik o sebeple Marmaris ile daha iç içe bir hayatım oldu. Eski turizm bakanı Barlas Küntay’ın, Allah rahmet eylesin, o tarihlerde bulunduğu holding sebebiyle Netsel Marinası’nı yaptırdık, yaptılar. Biz destek olduk. Netsel, Türkiye’nin en güzel tekne marinalarından biridir. Yanılmıyorsam 600 civarında tekne alırdı. Bir büyüme göstermedi ama bulunduğu yer bataklıktı. Bütün buralar Barlas Küntay sayesinde pırıl pırıl yapıldı. Çok güzel bir tekne marinası olarak hala çalışmakta. Benim teknemde bu marinada dururdu. Ondan evvel Göcek’te 15-20 seneye yakın kaldık. Fakat o bahsettiğim belediye başkanının Göcek’i mahvetmesi sebebi ile Göcek’ten kaçıp Marmaris’e geldik. Marmaris’te İsmet Bey isminde bir abimiz, muhteşem bir belediye başkanımız vardı. O arada Turgut Bey’i ikna ettik, Dünya Bankası’ndan bir kredi çıkarttık. O zaman Marmaris’te münferit belediyeler vardı. Marmaris’in çıkışında yüksek bir dağa harika bir baraj yaptırdık. Zannediyorum ki bugün dahi Türkiye’de baraja sahip olan yegane ilçe var. Barajı yaptırınca elektrik santrali yapıldı. Elektrik santrali yapılınca arıtma tesisleri yapıldı. Derken bir yağmur yağdığında sel basan Marmaris sokaklarının hepsi elden geçirildi; altyapı elden geçirildi. Marmaris, Avrupai bir şehir haline getirildi. Ben hatırlıyorum; 1990 civarı, Marmaris’te akşam olduğu saatlerde smokinli beyefendiler, elbiseli hanımefendiler; siyah Mercedesli şoförlü arabalar görülürdü. Bunlar Marmaris’in o zamanki çok klas restoranlarında, otellerde açılmış olan oyun makinalarına giderlerdi. Geç saatlere kadar eğlenirlerdi. Marmaris’e hakikaten zengin turistlerin geldiğini görüyoruz. Bütün bunları bir anekdot olarak anlatmak istedim.
Bütün temennim sahillerimizin hakikaten çok nazik ve akıllı bir biçimde değerlendirilmesi… Hükümetimize, hükümetlere yalvarıyorum! Saygılarla…